Dün akşam 5 dk'lık yere 2,5 saatte gitme çilesine, katlanarak artan doğalgaz faturalarına ve bu sabah işe ciddi geç kalmama neden olmasına rağmen seviyorum bu beyazlığı. Bembeyaz bir İstanbul sabahına uyandık bugün... Penceremden manzara böyleydi bu sabah...
Ve arabanın çözülmesini beklerken sokağımız sabah sabah kartopu savaşımızın dekoru oldu. Evde kalıp pencereden bu güzellikleri doya doya bir fincan çay eşliğinde izlemek geçti içimden, sonra da yapılması gerekenler düştü aklıma birer birer. Sonuç; şantiyede kar içinde yuvarlanma hayalleri kuran mimar:)
17 Ocak 2012 Salı
7 Ocak 2012 Cumartesi
Umutlar, başlangıçlar, kararlar, kararsızlıklar...
2012'yi çok bekledim… 2011’in tüm
sayfalarını doldurduğum ajandasını rafa kaldırdığımda beni bekleyen yeni
senenin satırlarına dokunmaya başladığımda, en azından ilk heyecanı bana iyi
geldi. İlk günlerimiz birbirimize alışmakla geçiyor. Tartıyoruz birbirimizi...
O benden emin değil, ben ondan... Birbirimizi acıtmadan sevebilecek miyiz
acaba? Ya da kolaylaştırabilecek miyiz birbirimizin yolunu bu sene?
Yeni seneye geçişim yine terazi
dengesizliğinde ve kararsızlığında oldu. Aldığım yeni yıl kararlarının yazılı
olduğu kâğıt yılın ikinci günü çöpü boyladı. Ardından yeni bir liste uçuşmaya
başladı aklımda, kendimle baş başa kaldığım her an. Aslında bugüne kadar
yaptığım hiçbir planı uygulamama müsaade etmeyerek bana plan yapmamam
gerektiğini öğretmiş olmalıydı hayat. Gerçekleştirebilmemin hayatın insafına
kalmış olduğu planlar yapmakla, hayatı geldiği gibi yaşamaya çalışarak
savrulmak arasında kalıverdim. Sibel’in karar sarkacına özenip benzer
bir alet aramaya koyuldum. Listeyi oluşturma aşamasında bile yaşadığım bu
kararsızlık iş uygulamaya geldiğinde kim bilir ne taşınmaz yük olacak yine… Okunacak
kitaplar, izlenecek filmler, yüksek lisans, şantiye mi beni yenecek ben mi onu
ve ve ve… Konular arttıkça kararsızlık katsayısı katlanarak tavan yapıyor.
Alamadığım kararların en zoru bebek
sahibi olmak konusundaydı. Geçen sene de çok isteyerek, tedavi görerek hamile
kalmıştım. Tamamlamak kısmet olmadı. Doğumdan sonra O’nu cennete uğurlarken,
ben bebeği kucağında olmayan bir anne olarak kalakaldım. O günden sonra hem
anneydim hem değildim. Arafta kaldım... İçimde öyle bir boşluk açıldı ki,
bildiğim, tanıdığım hiçbir şey bu boşluğu doldurmaya yetmiyor. Bu duyguyu yaşayan,
yaşamayan herkesin bir sözü vardı bu boşluk üzerine. Sabırla dinledim.
Çoğunlukla kendimi ifade edebilme telaşına girmedim. Beni anlamıyor olmalarıyla
da çok ilgilenmedim. Bir süre sonra beni boşluğumla baş başa bırakıp,
köşelerine çekildi herkes. Ben normale dönmüştüm ne de olsa. Artık boş gözlerle
bakmıyordum, işime dalmıştım, yeni hayaller kurmaya, eski defterleri kapatmaya
başlamıştım. Dışarıdan görünen manzara buydu. Her şey yoluna girdiğine göre boş
laflara artık gerek kalmamıştı. Bugünlerde yeni yeni aslında söylenenlerin bir
kısmının o kadarda boş olmadığını düşünmeye başladım. Yeni bir bebek, gideni
unutturamaz, yerini dolduramaz ama yarım kalan anneliğimi yaşatabilir bana…
Kendi küçük dünyasıyla benim ışığım olabilir… Evet artık bu fikir sıcak geliyor
gelmesine de yeni tedavi süreci korkutuyor bu sefer de… Her şeye yeniden
başlamak, sıfırdan tüm süreçlerden tekrar geçmekle baş edebilir miyim,
bilmiyorum. Vücuda yüklenen ilaçlar, istenen istenmeyen müdahaleler, beklemeler,
düşe kalka yürünen bir yol, boşa geçmiş sayılan zamanlar, hayal kırıklıkları ve
her şeye rağmen bitmeyen umutla beklemek… Ne dersin yapabilir miyim?
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)