1 Eylül 2012 Cumartesi

İsyan/Şükür


Bir yazım olsun istedim tarihi 1 Eylül olsun, açılan yaralarıma kabuk bağlatsın, sonbaharın doğayı sarı-kızıla boyadığı gibi içime hep bildiğim ama zaman zaman unuttuğum renkler katsın. Bu duygularla başladım harflere dokunmaya, satırlara sığmaya çalışmaya…

Siyah tek rengim oldu son 2,5 aydır. Minik bebeklerimizi henüz onlar 20 haftalıkken dünyaya getirdim ve ikisi de birer melek olup gittiler. Bizi geldiklerinde nasıl neşeye, umuda, sevince boğdularsa giderken onun kat be kat fazlası hüzne bırakıp minik ablalarının yanına gittiler. Kelimelerin anlamsız kaldığı, konuşmanın yersiz olduğu ve kalabalıkların yalnızlığı derinleştirdiği günler geçirdik ve geçirmeye devam ediyoruz. Zaman ilaç derler ya, ilaç değil de sığınacak bir liman, belki tutunulacak son dal tarifi imkansız acılar yaşarken… Hayat maalesef devam ediyor ve yaşamın ucundan tutmazsak insan olduğumuzu, sorumluklarımızı, bizi sevenleri, yaşadıklarımızı, yaşayacaklarımızı, umutlarımızı, sevgilerimizi, iyi ve kötü ne varsa bu dünyaya ait unutmaya başlıyor insan. Unutmak bir yandan hafiflik getirirken omuzlara, bir yandan bütün karanlığıyla çöküyor kalbimize. İstediğim unutmak değil çünkü… Hiç olmadığı kadar hatırlamak istiyorum. Bebeklerimle geçirdiğim her anı, onların her hareketini, bana kısa sürede tattırdıkları annelik duygusunu, hiçbir olumsuzluğun yıkamadığı sadece onların verebildikleri umudu ve onların dışında hiç kimsenin tattıramayacağı onlara sahip olduğum için ayrıcalıklı olduğum duygusunu…

Olanları anlatmak beni zorluyor, kelimelere sandığımdan daha yabancı olduğumu fark ediyorum denedikçe, sadece söylemek istediğim; Şükrediyorum Allah’ıma beni 3 küçük meleğin annesi yaptığı için, onları bana vererek beni hayat yolunda bambaşka bir insan haline getirdiği için, yokluklarında eşimle aile olmanın ne demek olduğunu bize gösterip bizi birbirimizle harmanladığı için…

16 Ağustos 2012 Perşembe

Aldım Başımı Gidiyorum...

her kelime yalan
her yürek vefasız
can üzgün, perişan
can suskun, kararsız

çek git diyor şeytan
git sessiz sedasız
ve gittiğin zaman
sanma ki ağlayıp sızlarlar ardından

ben bu dünyadan, dosttan düşmandan
aldım payımı gidiyorum
günahlarımla, sevaplarımla
aldım başımı gidiyorum

git gide yüreğime
ince bir sızı girse
gizli bir ateş beni
yaksa da gidiyorum

her duygu yıpranmış
her bakış anlamsız
can bıkmış usanmış
can çökmüş zamansız

çek git diyor şeytan
git sessiz sedasız
ve gittiğin zaman
sanma ki bir kal diyen çıkar ardından

Teşekkürler Melih Kibar/Çiğdem Talu, bu güzel müzik ve sözler için... Nasıl daha güzel anlatılabilir, nasıl daha iyi dile getirilebilir yolun sonuna geliş?

9 Temmuz 2012 Pazartesi

Bazen...

‎Bazen insan ''ben iyiyim'' dediğinde gözlerinin içine bakıp ''iyi değilsin biliyorum'' diyecek birine çok ihtiyaç duyar.
Can Dündar



26 Haziran 2012 Salı

Sustum...

"Sustum. Tuz basıp yaralarıma, ne kadar susulacaksa o kadar sustum! Bir çığlık kanıyor en derininde yüreğimin. Açmadım kimselere yüreğimi...! Hançeri sadece kendime sapladım ve sustum..."


Aşkın Gözyaşları Tebrizli Şems / Sinan Yağmur



21 Haziran 2012 Perşembe

Simsiyah...



Sözlerin bittiği, kelimelerin ufalandığı, harflerin teker teker çözülerek anlamsız işaretlere dönüştüğü yerdeyim...

8 Haziran 2012 Cuma

Bebeklerimizle ilk haftalarımız


Heyecanımızı kaldığım yerden 24.Şubat’tan sonrasını kısaca anlatmak istiyorum. 2 gün sonra yaptığımız doğrulama testiyle artık hamileliğim kesinlik kazanmıştı. Şimdi 2 hafta sonrasını yani 6.haftayı beklememiz gerekiyordu doktor kontrolü için. Hamilelik dediğin aslında birçok bekleme alt kümesinden oluşan büyük bir sabır kümesi gibi… 9.Mart günü doktorumuzun kapısına dayandık, onu da bizim kadar sevinçli ve heyecanlı görmek ayrıca güzeldi. O gün heyecanla belki kalp atışını da duyarız bebeğimizin diye bekliyorduk. Bunun hakkında konuşurken doktorum kibarca uyardı bebeğiniz değil, bebekleriniz… Haberi aldığımdan beri evde sürekli eşime “Bizim 3 tane bebeğimiz olacak, ben biliyorum” dediğimden, ilk sorum; “Kaç tane?” oldu. Cevap çok net değildi; “3 tane kese görünüyor ama henüz kalp atışlarını alamadığımız için emin olamayız, belki hepsi belki ikisi belki biri yola devam eder…” Şaşkın, düşünceli, sevinçli, en önemlisi birbirimizin elini sımsıkı tutarak mutlu ayrıldık o akşam oradan. Üç küçük kese fotoğrafımızla birlikte…

Geçtiğimiz yıl yaşadığımız kaybımız nedeniyle bu sefer her konuda daha dikkatli olmamı istedi doktorum. İlk işim şantiyeyi devretmek oldu. Karnı burnunda bir şantiye şefi pek de verimli olamazdı. Bir de şantiye koşulları düşünülecek olursa, hele de çoğul gebelik için uygun olan en son yerlerden biriydi. Merkeze çekilen valiler gibi genel müdürüm beni de merkez ofise çekti. 6-7 aylık yoğun şantiye döneminden sonra bu değişiklik bir anda hayatımda geniş bir yer açtı. Bebeklerimizin haberi bile hayatımızı değiştirmeye başlamıştı.

8.haftayı bitirip 9.haftaya girdiğimiz günlerde birden sıkıntılar başladı, kanamam nedeniyle rutin takiplerin dışında incelemelere ve ek ilaçlara ihtiyacımız olduğu ortaya çıktı. O an çok da korkutmadı bu durum beni, daha sıkı takipte olmak fikri hoşuma bile gitti diyebilirim. Her ne kadar karşılaştırma yapmak istemesem de geçen seneki hamileliğimde hiç sıkıntım olmamasına rağmen olanlar beni bu sefer endişelendiriyordu ve sık takipler beni rahatlatabilecek tek şeydi. Bu haftaki kontrollerde bebeklerimizin ikiz olduğunu öğrendik. Diğer kesecik boştu. Her ikisinin de kalp atışlarını duyup rahatladık (bir süreliğine de olsa).

10.haftaya girdiğimiz ilk günlerde (10+1) arkadaşımla Bağdat Caddesinde geçirdiğimiz keyifli gün, karşılaştığım yoğun kanamayla kendimizi trafiğin elverdiği hızla Zeynep Kamil’de bulmamızla sonuçlandı. Acil’de bulunan doktorlar hemen hastaneye yatırmak istediler ama yoğun ısrarlarımla ve evde yerimden kıpırdamayacağıma dair verdiğim sözlerle beni 10 günlük bir raporla göndermeyi kabul ettiler. Normalde gebeliklerde tehlikeli dönem ilk üç ay olarak belirtilir ve 12.haftadan sonra düşük ihtimalinin %1’in altına düştüğü ve her geçen hafta daha da azaldığı bilinir. Benim geçen sene 23.haftada istatistiklerin en rahat dönem olarak gösterdiği zamanlarda bebeğimi kaybetmem nedeniyle bu sefer her gittiğim doktor daha dikkatli ve daha temkinli davranıyor hissettiğim kadarıyla. O gün nöbetçi doktor da devlet hastanesinde böyle bir durumla daha önce karşılaşmadığım için beni şaşırtan bir şekilde ne yapmam gerektiğini, nelere dikkat etmem gerektiğini, önümüzdeki günlerde nelerle karşılaşabileceğimi uzun uzun anlattı. Kendi doktorum da özel takibe başlamıştı zaten. O yüzden doktorlar açısından kendimi oldukça şanslı görüyorum bu dönemde, kimbilir belki de ufaklıkların şansıdır buJ 10.hafta ve 11.haftanın ilk günleri yatarak geçti. Bebeklerimizin sağlığı için her fırsatta dua ederek, biraz kitap okuyarak biraz tv, biraz dvd, bolca korku ve endişeyle geçti.  

11.haftamızda sıkıntılarımız geçince doktor kontrolünde izin de çıkınca 3 gün çalışma imkanım oldu. 12.haftaya detaylı kontrolümüzle başladık. 2’li testimiz diğer doktorumuzla yapıldı. Kan testi malum nedenlerden dolayı yapılamadı ama diğer tüm ölçümleri bebeklerimizin iyiydi. İlerleyen günlerde tekrar başa döndük. Acilde gece nöbetleri ve ikinci rapor dönemi geldi. SGK’da 10 günden uzun rapor verilemiyor ayakta tedavilerde, bu nedenle rapor peşinde de koşmanız gerekiyor bu gibi durumlarda. Her ne kadar yatmaya mahkum olsanız da “ayakta” tedavi statüsüne giriyorsunuz. 13, 14, 15 ve 16. haftalarımız da yatarak evde geçti.

17. haftada yine doktorumuzun kontrolünden sonra çalışmaya karar verdim. Aslında bu kararı almak da çok zordu. Hiç kimse bu konuda görüş bildirmedi. Doktorum dahil herkes senin kararın sen nasıl iyi hissedeceksen öyle yap dedi. Uzun süre eve kapalı kalmak ve sürekli endişelerle boğuşmak oldukça sıkmıştı canımı çalışmak istedim. Bu haftayı sorunsuz atlattık.

18.haftaya da çalışarak başladım. Tek sıkıntım öğleden sonra 2 gibi başlayan şiddetli bel ağrılarımdı. İnanılmaz bir ağrıydı ve oturmamı nerdeyse imkansız hale getiriyordu. Eve kendimi zor atıp uzanıyordum. Tek iyi gelen sırtüstü uzanmaktı. Trafiğe de kalmamak için işten erken çıkıyordum biraz. Çalışmak iyi geliyordu. Evden çıkmak, işe yaradığımı bilmek… evde yatarken yemek bile yapmaya kalkamıyordum. İnsan kendini yetersiz hissediyor, ne yapacağını bilemiyor. O kadar keyif aldığım kitap okumak bile artık keyif vermemeye başlamıştı.18+6. günümüzde tekrar başladı sıkıntılar. Acil doktor koşturmaları ve sayısız iğneler…

29 Mayıs 2012 Salı




Bu güzel haberi aldığımızdan beri kendimle savaş veriyorum. Bir yandan herkese duyurmak istiyorum bir yandan geçen sene yaşadığımız kaybı düşündükçe dilim varmıyor anlatmaya, paylaşmaya... Hayatımda ilk defa bu kadar nazarlardan korkar oldum. İçim kıpır kıpır, bir mucizeye şahitlik ediyor ve diyorum ki her anını anlatmalıyım, yazmalıyım ama inanın bırakın net üzerinden bir paylaşımı kimsenin okumadığı bir günlük bile tutamaz durumdayım. Korku, endişe belki annelerin hiç yanından ayrılmayan yoldaşları, bir bebek beklediğinizi öğrendiğiniz an hiç tahmin etmeyeceğiniz korkularla yüzleşmeye başlıyorsunuz. Daha önce yaşadığınız herhangi bir kötü olay da bu durumu körüklüyor ve sizin peşinizi bırakmıyor bir türlü. En azından bana olan bu... Şu an yaşadıklarım öyle iki uçta gidip geliyor ki, bir yerden bu salınımı kırmam gerek diye karar verdim. Bugün miladım olsun mu?

Uzun zaman oldu yazmayalı. Daha doğrusu geçtiğimiz yaz içimdeki boşluğu az da olsa doldurabilmek için çıktığım blog yolculuğunda bugüne kadar pek başarılı olamadım. Bir kez daha anladım ki, insan içinde yaşadıklarını sindirmedikçe, onlarla yaşamayı öğrenmedikçe ne kendisine bir faydası var ne de diğer insanlara. Ben kendi duygularımı tanımlayamazken, yaşadıklarımın üzerimde bıraktığı izlerin nelere yol açacağını bilemezken sizlerle bir şeyler paylaşmam oldukça zordu. Ya yüzeysel olacaktı paylaşılanlar, ya da uzun zaman aralıklarında az paylaşımlarla sınırlı kalacaktı. Benim yolum ikinci seçenekten geçti. Yazamadım, paylaşamadım, anlatmadım. Ne desem bilemedim… Anlatacaklarım vardı, yazacaklarım, yazarken içinde kaybolacağım kelimeler, yazdıkça uzayacak satırlarım ama hepsi kara bulutların ardından geliyordu. Öyle olmasın istedim, yazdıklarım mutluluk versin, hiç değilse az da olsa düşündürsün istedim. Ve durdum, bekledim… Şimdi hazır mıyım? Siz karar verin…

24.Şubat.2012 şantiyeye gitmeden sabahtan yakın bir kliniğe gidip kan verdim. Sonrasındaki 5 saat geçmek bilmedi. Sahadaki sorunlar, 5.bodrum katındaki ofisin soğukluğu ve insanı klostrofobik yapabilecek ışıksızlığı bile o gün beni bunaltmadı. Sonucu beklerken bir yığın gereksiz detayla oyalandım. Yine saatlerin akmayı reddettiği zamanlardandı. Öğlen arasında hemen çıktım sonucu almaya. Oturdum elimdeki zarfla bir sandalyeye, sonuç ne olursa olsun oturmanın en iyisi olduğunu düşünecek kadar da aklım başımdaymış. Defalarca bu anı yaşamış biri olarak en azından sayıların ne ifade edebileceğini kestirebiliyordum. Sonuç; oldukça yüksek bir rakam… Bebeğimiz geliyordu... Ardından haberi bekleyen diğer iki kişi olan eşimi ve doktorumu aradım. Onlarla konuşmaları sanki ben yapmadım. Haberi verdim ama onların dediklerini hatırlamıyorum bile. Sadece eşimin sesinin titrediğini… Sonrası bulutların üstünde gezen bir ben ve korkuların yere indirdiği diğer ben…

İlk adımı attım, sonrasını da ilerleyen günlerde yazmaya devam edeceğim. Artık paylaşacak güzelliklerim, mucizelerim var…